18 Mayıs 2015 Pazartesi

Julian Barnes: Yeniden ve Daima

Julian Barnes'ın yeni yayımlanan tüm kitaplarından sonra aynı şey oluyor: Hemen, hiç vakit geçirmeden alıp okuma isteği duyuyorum. Ne yazdığı önemli değil; roman da olabilir, deneme de, hikaye de, yeter ki yazsın.
O benim için çağdaş edebiyatın en güçlü kalemlerinden biri. Kelimeleri çok özenle seçiyor, çok güzel bir araya getiriyor, çok güzel anlatıyor... Hiçbir şey fazla değil gibi onun yazılarında, her şey olması gerektiği kadar. Böylece, hikayenin duygusu da farketmeden içinize işleyiveriyor.  Denemelerinin tadı ise bambaşka, samimi, komik, ufuk açıcı... Sanki karşınızda saatlerce konuşsa, ne anlatırsa anlatsın hep dinleyebileceğiniz biri gibi.  

 Man Booker Ödülü aldığı son romanı "Sense of An Ending" (Bir Son Duygusu, Ayrıntı Y. Çev: Serdar Rifat Kırkoğlu) ve son denemeleri "Levels of Life"ın ( Hayat Düzeyleri, Ayrıntı Y. Çev: Serdar Rifat Kırkoğlu) ardından arayı açmadan bu kez yine bir deneme kitabıyla karşımızda Barnes:  "Keeping An Eye Open."
Daha önce pek çok kitabında ünlü ressamların tablolarına değinmiş olsa da Barnes ilk kez resim sanatı üzerine böylesine kapsamlı bir çalışma sunuyor bize ve kendi deyimiyle "50 yıldır resme bakan bir meraklının biriktirdiklerini" paylaşıyor.

Gustave Moreau Müzesi - Paris
BBC'deki röportajında çocukluğunda görsel sanatlara özel bir ilgisi olmadığını, ara sıra zorla ailesiyle resim galerilerine gittiğini anlatan Barnes'ın hayatı Paris'te öğrencilik yıllarında tesadüfen uğradığı Fransız sembolist ressam Gustave Moreau'nun müzesinde değişmiş. Orada başına geleni öyle samimi anlatıyor ki siz de sanki onun yaşadığı "aydınlanmayı" hissediyorsunuz. "Daha önce hiç Moreau resmi görmemiştim ve onun hakkında hiçbir şey bilmiyordum" diyor Barnes, "Resimlerinden ne anlam çıkarmam gerektiğinden de emin değildim. Belki de bu gizem çekti beni, ya da Moreau'ya hayran oldum çünkü kimse olmamı söylememişti. Ama ilk kez bilinçli olarak resimlere bakmaya başlamam kesinlikle burada oldu."
Gustave Moreau - Şair
Kitap, genç bir insanın sadece ve sessizce resimlere bakarak büyümesinin hikayesi gibi: "Braque'ın dediği gibi, ideal durum bir resmin önünde hiçbir şey söylemeden durmamızdır" diyor Barnes. "Oysa biz bunu gerçekleştirmekten çok uzağız. Olayları anlatmayı seven, düşünceleri olan, tartışan  uslanmaz birer sözel yaratığız." Bir resmin önünde yarım saat, bir saat sessizce oturabildiğini anlatan Barnes, resimlerle ilgili hiçbir yazıyı da okumuyormuş, sadece kendisine hissettirdiklerini düşünüyormuş... 
Kitapta resim sanatında ismini duyduğunuz herkes ve daha fazlası var: Barnes bazen etkilendiği bir resmi anlatırken edebiyata uzanıyor, bazen ressam - doğa ilişkisini irdeliyor, iç mekan ve dış mekan ressamlarını tatlı tatlı anlatıyor, bazen de isimsiz tablolar üzerine, benim şimdiye kadar hiç aklıma bile gelmeyen yorumlarda bulunuyor. Okudukça siz de Cezanne'ın elmalarının sadece elma olmadığını, Virgina Woolf'un dediği gibi "baktıkça ağırlaştığını" ya da Manet'nin barında keşfedecek ne çok şey gizlendiğini anlayıveriyorsunuz.
Paul Cezanne - Natürmort, Yedi Elma
Edouard Manet - Folies-Bergere'de Bir Bar














Aceleye getirilmeden, sindire sindire okunacak bir kitap bu. İnşallah diğer kitapları gibi en kısa sürede Türkçe'ye de çevrilir.
 
 
 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder