7 Mayıs 2015 Perşembe

Gece Yürüyenler


Başlığım hafiften “Game of Thrones” çağrışımı yapsa da yeni keşfim bir roman değil. Yazar, öğretim üyesi Matthew Beaumont’un son kitabı Nightwalking: A Nocturnal History of London” son zamanlarda konusuyla beni heyecanlandıran  kurmaca-dışı çalışmalardan biri. Londra’yı gece keşfetmeyi seven şairler, yazarlar, düşünürlerle ilgili kapsamlı bir araştırma yapan Beaumont, hem bu ünlü isimlerin sırlarını paylaşmış bizimle hem de 14. yüzyıldan Sanayi Devrimi’ne kadar yarım asır boyunca Londra’daki toplumsal değişimin izlerini sokaklarda aramış, şehrin alternatif tarihini yazmış.
----

“Şehirler, kediler gibidir, kendilerini gece ele verirler” demiş şair Rupert Brooke. Güneş battıktan sonra bambaşka bir kimliğe bürünen şehirlerin özellikle de büyük şehirlerin sırları da gece görünür çoğu kez. Hatta tuhaf bir çekiciliği vardır karanlığın.
University College London’da İngiliz Dili Bölümü’nde uzman eğitmen olarak görev yapan Beaumont da işte bu çekiciliğe kapılıp hava kararınca kendini sokağa vuran Londralı yazarları takip etmiş uzun bir süre. Kitapta kimler yok ki: İngiliz edebiyatının babası Geoffrey Chaucer’a kadar uzanan – ki bu 14.yüzyılın ikinci yarısı oluyor - anlatıda Shakespeare’i de bulabilirsiniz, William Blake’i de. Birden karşınıza Thomas de Quincey de çıkarsa şaşırmayın ama tabiî kitabın yıldızı, iflah olmaz uykusuz “gece yürüyenlerin şahı” Charles Dickens…
Bu huzursuz ruhlar, bazen uykuyu yakalamak, bazen yeni bir konu arayışıyla, çoğu kez de kendilerini bulmak için arşınlamışlar Londra sokaklarını ve “gece yürüyenler”in her biri, şehrin unutulmuş ya da göz ardı edilmiş gerçeklerini en cüretkar şekilde açığa çıkaran rehberler olmuş. Her bir yürüyüşle şehir, toplumda görülen derin ayrılıkların sürekli mücadele ettiği bir sahne olarak çıkıyor karşınıza: İşle zevki buluşturan da sokak olmuş, varlıklıyla çaresizi karşılaştıran da.
BBC radyodaki röportajında gece yürüyen birinin daha önce hiç fark etmediği ayrıntıları yakalayabildiğine dikkat çeken Beaumont, metinlere yansıyan ortak konunun şehrin yoksul ve çaresizleri olduğunu, gece karanlığında bu insanların topluma dair bize bambaşka şeyler söylediğini anlatıyor. Şehrin gece cinsiyet ayrımını, sınıf kutuplaşmasını da gözler önüne serdiğini söyleyen yazar, “Özellikle gece hayatının yavaş yavaş başladığı 18. yüzyılda, sosyal farklılıklar bu ölü saatlerde çok net görülüyordu” diyor: "Kumardan ya da balodan dönen aristokratlar 24 saat yaşamın başladığı sokaklarda yoksullarla, fahişelerle bu sokaklarda karşılaşıyordu.  Onlar sabaha karşı yataklarına girerken, işçiler fabrikada çalışmak için sokağa çıkıyordu. İki sınıfın ilk karşılaşması bu saatlerde oluyordu."

Kitaptaki yazarların hepsi şahane isimler olduğu için, sadece sosyolojik gözlemler değil, onlarla ilgili ufak dedikodular da itiraf etmeliyim ki, çok çekici. Dickens’ın kapıyı çekip gitmesi karısından uzak kalmak içinmiş meğer. Boşanma arifesinde araları bozukken başını dinlemek için uzun yürüyüşlere çıkarmış Dickens. Sonrasını biliyoruz zaten: İki Şehrin Hikayesi ya da Büyük Umutlar olabilir mesela. Kitabı okurken, karakter ustası bu ünlü gözlemcinin sokaktan nasıl beslendiğini de görüyorsunuz. William Blake’in şehrin kalbindeki karanlığı nasıl dile getirdiğini ya da afyon bağımlısı de Quincey’in kendini kaybedişlerini daha iyi anlıyorsunuz.  
Kitap Türkçe’ye çevrilir mi bilmem ama benzer bir çalışma keşke bizim edebiyat dünyamızda da yapılsa. Kim bilir neler çıkar İstanbul sokaklarından…

Yazarla röportajı dinlemek için:  http://www.historyextra.com/podcast/victorians/amazing-inventions-and-london-after-dark?utm_source=feedburner&utm_medium=feed&utm_campaign=Feed%3A+HistoryExtraPodcast+%28History+Extra+podcast%29&utm_content=FeedBurner

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder