
----
“Şehirler, kediler gibidir, kendilerini
gece ele verirler” demiş şair Rupert Brooke. Güneş battıktan sonra bambaşka bir
kimliğe bürünen şehirlerin özellikle de büyük şehirlerin sırları da gece
görünür çoğu kez. Hatta tuhaf bir çekiciliği vardır karanlığın.

Bu huzursuz ruhlar, bazen uykuyu yakalamak,
bazen yeni bir konu arayışıyla, çoğu kez de kendilerini bulmak için
arşınlamışlar Londra sokaklarını ve “gece yürüyenler”in her biri, şehrin unutulmuş
ya da göz ardı edilmiş gerçeklerini en cüretkar şekilde açığa çıkaran rehberler
olmuş. Her bir yürüyüşle şehir, toplumda görülen derin ayrılıkların sürekli mücadele
ettiği bir sahne olarak çıkıyor karşınıza: İşle zevki buluşturan da sokak olmuş, varlıklıyla
çaresizi karşılaştıran da.
BBC radyodaki röportajında gece yürüyen
birinin daha önce hiç fark etmediği ayrıntıları yakalayabildiğine dikkat çeken
Beaumont, metinlere yansıyan ortak konunun şehrin yoksul ve çaresizleri olduğunu, gece karanlığında
bu insanların topluma dair bize bambaşka şeyler söylediğini anlatıyor. Şehrin gece cinsiyet ayrımını, sınıf
kutuplaşmasını da gözler önüne serdiğini söyleyen yazar, “Özellikle gece
hayatının yavaş yavaş başladığı 18. yüzyılda, sosyal farklılıklar bu ölü
saatlerde çok net görülüyordu” diyor: "Kumardan ya da balodan dönen
aristokratlar 24 saat yaşamın başladığı sokaklarda yoksullarla, fahişelerle bu
sokaklarda karşılaşıyordu. Onlar sabaha
karşı yataklarına girerken, işçiler fabrikada çalışmak için sokağa çıkıyordu. İki
sınıfın ilk karşılaşması bu saatlerde oluyordu."
Kitaptaki yazarların hepsi şahane
isimler olduğu için, sadece sosyolojik gözlemler değil, onlarla ilgili ufak
dedikodular da itiraf etmeliyim ki, çok çekici. Dickens’ın kapıyı çekip gitmesi
karısından uzak kalmak içinmiş meğer. Boşanma arifesinde araları bozukken
başını dinlemek için uzun yürüyüşlere çıkarmış Dickens. Sonrasını biliyoruz
zaten: İki Şehrin Hikayesi ya da Büyük Umutlar olabilir mesela. Kitabı okurken,
karakter ustası bu ünlü gözlemcinin sokaktan nasıl beslendiğini de görüyorsunuz.
William Blake’in şehrin kalbindeki karanlığı nasıl dile getirdiğini ya da afyon
bağımlısı de Quincey’in kendini kaybedişlerini daha iyi anlıyorsunuz.
Kitap Türkçe’ye çevrilir mi bilmem ama
benzer bir çalışma keşke bizim edebiyat dünyamızda da yapılsa. Kim bilir neler
çıkar İstanbul sokaklarından…
Yazarla röportajı dinlemek için: http://www.historyextra.com/podcast/victorians/amazing-inventions-and-london-after-dark?utm_source=feedburner&utm_medium=feed&utm_campaign=Feed%3A+HistoryExtraPodcast+%28History+Extra+podcast%29&utm_content=FeedBurner
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder