27 Mart 2015 Cuma

Ben Neyim, Kimim?


Şu sıralar kitapçıların ön masalarında gezinen kitaplar arasında tekrar Tolstoy’u görmek büyük bir keyif. Önce İş Bankası Kültür Yayınları’ndan birkaç yıl önce çıkan Tolstoy’un “İnsan Neyle Yaşar”ı göründü tekrar ön raflarda, ardından da edebiyat dünyasında bir fenomen olan George Steiner’in 1960 tarihli kitabı “Tolstoy mu Dostoyevski mi?” Türkçeye çevrildi. 

Sanırım bunlar elimin altında olduğu için aklım bu aralar başka yerde: Tolstoy’un 17 Mart 1847 tarihinde 18 yaşında bir hastane odasında yazmaya başladığı ve ölümüne kadar aralıklarla karaladığı günlüklerinde, defterlerinde hatta rüyalarında…

Berkeley’de Rus edebiyatı dersi veren Irina Paperno’nun Cornell Üniversitesi Yayınlarından Ocak 2015’te çıkan “Who, What I am? Tolstoy Tries to Narrate the Self başlıklı kapsamlı incelemesi, Tolstoy’un kişisel tarihinde felsefeyle mesaisini anlatıyor ve eğlenceli bir okuma sunuyor.
 
Kazan Üniversitesi’nde öğrenciyken akademik başarısızlıktan okuldan atılmak üzeredir Tolstoy ve dış dünyadan uzakta, hastanede yatarken derin bir keşif için “kendine dönmeye” karar verir. Paperno, önce yazıp sonra üstünü çizdiği ilk sayfada Rousseau’yla yalnızlığın avantajları konusunda tamamen aynı fikirde olduğunu vurgular Tolstoy’un ve bu içe dönüşün ahlaki bir amacı olduğunu söyler: Kaçak hayatına kontrol getirmek. Zamanla genç Tolstoy’un günlüğü bireysel mükemmelliğin bir aracı olarak gördüğünü anlatan Paperno, “Ama sadece bu değildir amacı. Genç Tolstoy için günlük tutmak (göstermeyi umduğum üzere) aynı zamanda bireyin kendi doğasını keşfetmeyi amaçlayan bir deneysel projedir.”

Tolstoy başlarda ara verip tekrar tekrar yeniden başladığı günlüklerinde, neden günlük tuttuğunu ve bu yazdıklarının ne işe yarayacağını da anlatır. “Tolstoy günlükleri aracılığıyla kişisel gelişimi irdeleyecek, hayatın amacı üzerine düşünecektir. Günlük belli zaman ve yerde kendi davranışları ile ilgili kuralları da kapsayacak ve bir başka amacı da kendini ve dünyayı tanımlamak olacaktır” diyen Paperno, ancak Tolstoy’un bunu nasıl yapacağını bilemediğini anlatır. “Aynaya bakar, aya ve yıldızlı gökyüzüne bakar ‘Bunu nasıl yazar insan?’ diye sorar. ‘Gidip mürekkep lekeli masada otuırmalı, elime kağıt, mürekkep almalı, harfleri kağıda yazmalıyım… Harfler kelimeleri, kelimeler cümleleri oluşturacak; fakat insanın duygularını aktarmak mümkün müdür?’ Genç günlük yazarı çaresizlik içindedir.”

Kitabın cazibesi, genç Tolstoy’un Plato’dan Augustine’e Rousseau’dan Sterne’e birçok ismin izinde kendi varoluşunu sorgulayarak felsefenin en temel sorularına yanıt araması bizim de bu çok özel yolculuğa tanıklık etmemiz değil sadece. Günlükler dışında genç yazarın farklı defterlerde topladığı sayısız liste de insanı hayrete düşürecek kadar ilginç başlık ve içeriklere sahip. Farklı yıllarda farklı başlıklarla çok sayıda kural belirlemiş Tolstoy kendine:  “İsteği Geliştirmek İçin Kurallar (1847), Yaşam Kuralları (1847), Kurallar (1847 ve 1853), Genel Kurallar (1850), Müzik İçin Kurallar, “Moskova’da 1 Ocak’a Kadar Kağıt Oynama Kuralları” bunlardan bazıları. Bunlara ek olarak  Tolstoy’un listesinde, “Tanrı Nedir”, “İnsan Nedir” ve “Tanrı ile İnsan Arasındaki İlişki Nedir” başlıklı kurallar da bulunuyor tabii ki.

“Anlaşılan ilk günlüklerde Tolstoy tarih üstünde değil ama kendi ütopyası üstünde çalışıyordu; kendi kişisel talimatları üstünde…” diye özetler Paperno bu defterlerdeki dünyayı.

1850’lerden kalma bir başka defterde “Zayıflıklar Güncesi” ya da Tolstoy’un verdiği isimle “Franklin Güncesi” yer alır. Bu defterde sayfaları sütunlara bölen Tolstoy her sütun içine  tembellik, yalancılık, kararsızlık, duygusallık gibi muhtemel zayıflıkları yerleştirip belli bir günde kendi sergilediği zayıflıkları da çarpı ile işaretlermiş.  Benjamin Franklin’in otobiyografisinde anlattığı bu takip yöntemini uygulamayı seçen Tolstoy, bu notlara harcamalarını da gösteren bir muhasebe dökümünü de eklemiş.

Tolstoy’un kitaptan öğrendiğimiz bir başka ilginç defteri de “Günlük Uğraşlar Güncesi” adı altında zamanı kurcaladığı yazıları. Bu defterdeki notlarıyla Tolstoy’un amacı harcanan zamanın gerçek hesabını tutmaya çalışmaktır. Her sayfayı iki sütuna böler. Birinde gelecek diğerinde geçmiş yazmaktadır. Birine ertesi gün yapmayı planladıklarını diğerine ise bir gün önce gerçekleşenlerle ilgili görüşlerini yazar. En sık yazılan kelime “tam değil” notudur; Tolstoy yapmayı planladıklarını bir türlü tam anlamıyla tamamlayamadığını düşünmektedir. Bu sayfalarda şimdiki zamana yer yoktur.
Yıllar içinde bu iki günceyi birleştiren Tolstoy zaman kavramını sorgulamaktan asla vazgeçmez.  Her günün sonunda genç Tolstoy, şimdiki zamanı geçmişin beklentilerini karşılayamayan bir başarısızlık olarak görür ve kendi mükemmel insan düşüncesini barındıracak bir yarın umut eder. Paperno Tolstoy için en büyük zorluğun şimdiki zamanı yakalamak olduğunu anlatır:  “Gerçekten de günlüklerde şimdiki zaman ilk kez yarın olarak yer alır, bir önceki günün içindedir ve fiiller daha çok mastır halde kullanılır (okumak, yazmak vs.). Günün sonunda Tolstoy günlüğünü yazarken bugün çoktan geçmiş olmuştur, geçmiş zamanda anlatılır. Günlük değerlendirmeleri yeni bir yarın hayaliyle sona erer.”
1851 yılında 22 yaşındayken Tolstoy uzun vadeli yeni bir proje üzerinde çalışmaya başlar: Bir günün tüm olaylarını yazmak – dünün tarihini anlatmak.  Günlüğün bir uzantısı olan “Dünün Tarihi” bir deneye dönüşür: Zaman nedir öyleyse diye sorar Paperno: “ Tolstoy’un ‘Tarih’inde bir gün sabah başlar, bir önceki akşama doğru hızla ilerler ve tekrar geriye ilk sabaha doğru gelir. Zaman bir daire yaparak geriye doğru akar. Sonunda Tolstoy, dünün tarihini değil dünden önceki günün tarihini yazmış olur.”

Paperno, Tolstoy’un günlüklerinde ve “Dünün Tarihi”nde anlatı deneyleriyle ilerleyerek yepyeni keşifler yaptığına dikkat çeker: “Bugünün tarihinin olmadığını keşfetmişti. Tecrübelerle uyumlu kayıtlar olsa da şimdiki zaman yoktu. Tarih dünün tarihiydi.  Hatta, bir kişinin geçmişini yazmak ya da kendi geçmişini anlatmak sadece olayların oluş sırasına göre anlatılmasıyla değil bambaşka bir alanı da yazmakla olabilirdi: Kişinin iç dünyasını. İç dünyanın ortaya çıkarılması geçici kırılmaları da beraberinde getirmekteydi. İçeriden bir bakış açısıyla bir olay ya da bir eylemin ardında eşzamanlı gerçekleşen bir dizi başka bir süreç vardı. Bu başka bir keşfe yol açtı.”
Paperno böyle uzun uzun anlatıyor genç Tolstoy’un insan ruhunu keşfedişini, duyguları nasıl kağıda aktaracağını bilemeyişini, bocamalarını, her şeyi sorgulamasını. Bize de bu yazılara, notlara, kurallar listesine bakarak ne harika bir sonuç çıktığını düşünmek kalıyor:  "İnsanın duygularını aktarmak mümkün müdür" diye henüz 18 yaşında soran Tolstoy'un her yazdığı bunun nasıl mümkün olabileceğinin bir kanıtı sanki. Anna Karenina’da Anna’nın Vronski’yle tanıştığı Moskova’dan Petersburg’a dönerken trende aklını bir türlü toparlayamamasını, cama yapışan karlara bakarak geçirdiği zamanı Tolstoy’dan başka kim daha güzel anlatabilir gerçekten bilemiyorum.

Ya da yeni evli Levin’in mutluluğunu, evliliğe bakışını Tolstoy’dan başka kim bu şekilde tarif edebilir : “Mutluydu Levin; ama aile hayatına girince, her attığı adımda, bu mutluluğun kendi hayal ettiği mutluluktan bambaşka olduğunu görüyordu. Her attığı adımda, durgun bir gölde ufacık bir kayığın düzgün ve mutlu gidişini hayran hayran seyreden bir adamın, bu kayığa kendi bindikten sonra duyabileceğine benzer bir duyguya kapılıyordu. Bu kayıktaki yolculuğun öyle rahat rahat oturup kayığı kendi sürüklenişine bırakmaktan ibaret olmadığını, insanın, nereye doğru gittiğine dikkat etmesi, bunu bir an bile unutmaması da gerektiğini; ayaklarının altında su bulunduğunu, alışık olmayan avuçlarının gerçi kabaracağını, ama yine de kürek çekmesi gerektiğini; bu işin, dışarıdan bakılınca kolay gözüktüğünü ama yapmaya gelince hem çok tatlı hem de zo olduğunu görüyordu.” (Anna Karenina Çev: Hasan Ali Yücel.)
Paperno’nun anlatımıyla kitaptan ayrıntılara ekteki bağlantıdan ulaşabilirsiniz: http://www.salon.com/2015/01/11/leo_tolstoys_theory_of_everything/

 -------------------------------------------------------------------------------------------

Tolstoy mu Dostoyevski mi? Seçmek zorunda mıyız?


Değiliz elbette; hatta tam tersi ömrümüzün sonuna kadar önce birini sonra diğerini okuyarak yaşasak harika olur mesela. "Klasikleri Yeniden Okuma Etkinlikleri" kapsamında geçen yıl Anna Karenina’yı okumayı başardım önce, bu yıl da Karamazov Kardeşleri. Her yaş dönümünde okunmalı bence klasikler, Tolstoy ve Dostoyevski daha sık da olabilir; zarar gelmez. İş Bankası Kültür Yayınları son zamanda en sık takip ettiğim yayınevi oldu ister istemez. Sevda Çalışkan’ın çevirisiyle yayımlanan George Steiner’ın ünlü kitabı “ Tolstoy mu Dostoyevski mi” aynı dönemde yaşamış bu iki büyük insanın eserleri üzerinden bambaşka dünyalar sunuyor. Princeton Üniversitesi’nden Rus Edebiyatı Profesörü Ellen Chances’ın dediği gibi seçmek zorunda değiliz: “Asıl sorulması gereken soru, 'Tolstoy ya da Dostoyevski okumakla ne öğrenirim' olmalı. İki yazar da beni hayatla ilgili bir şeyleri sorgulamaya teşvik ediyor. Ama sonuç olarak ikisi de hayatın kendisinin, sorgulamasını yapmaktan daha değerli olduğunu gösteriyor.”

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder