kitapiyigelir
saçlaracildedudaklaraellerebacaklarayorgunluğaaçlığastreseuykusuzluğahalsizliğesoğukalgınlığınakalpağrısınabaşdönmesineöfkeyeçaresizliğekorkuyayalnızlığakıskançlığakırgınlığaözlemeakıltutulmasınaaşkainsana
11 Ekim 2015 Pazar
8 Ağustos 2015 Cumartesi
"Mavi Huydur Bende"

İki aydır elim gitmedi; okumayı becerdim zor da olsa ama yazamadım. Oysa anlatacaklarım vardı, yeni keşifler, kitaplar... Olmadı.
Emrah Serbes,"Her gün çocukların öldürüldüğü bu ülkede ne yazabilirim" deyip bıraktı yazmayı bu arada.
Bugün Edip Cansever'in doğum günü. Onun için yazmak istedim sadece. Onun dizeleriyle yazmak daha doğrusu...
"Her yere yetişilir
Hiçbir şeye geç kalınmaz ama
Çocuğum beni bağışla
Ahmet Abi sen de bağışla
Boynu bükük duruyorsam eğer
İçimden öyle geldiği için değil
Ama hiç değil
Ah güzel Ahmet abim benim
İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
Konyanın beyaz
Antebin kırmızı düzlüğüne benzer
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
Öylesine benzer ki
Ve avlularına
(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)
Ve sözlerine
(Yani bir cep aynası alım-satımına belki)
Ve bir gün birinin adres sormasına benzer
Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne
Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına
Minibüslerine, gecekondularına
Hasretine, yalanına benzer
Anısı işsizliktir
Acısı bilincidir
Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi..." (Mendilimde Kan Sesleri)
9 Haziran 2015 Salı
Memleketimden İnsan Manzaraları
Nikbinlik şöyle başlar:
"Güzel günler göreceğiz çocuklar,
güneşli günler göreceğiz..."
Bu satırlar beni o zaman o kadar etkilemişti ki Türkçe dersinde yazdığım her kompozisyonun başlığını "Güzel Günler Göreceğiz Çocuklar" koyduğumu hatırlıyorum.
"Memleketimden İnsan Manzaraları"nın açılışında yer alan Galip Usta ise başka bir şeydi... Kitabın tamamını çok sonra okusam da Haydarpaşa Garı'ndaki o ilk sahne tek plan çekilmiş bir film karesi gibi aklımdan hiç çıkmadı.
Açık Radyo ile Boğaziçi Üniversitesi Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi,
Memleketimden İnsan Manzaraları’nın yazılışının yetmişinci yıldönümünü kutlamak için “Türkiye Hikâyelerini Anlatıyor” başlığıyla ortak bir proje yürütüyor, hayat-ı hakikiye hikâyeleri biriktiriyorlar şu sıralar.
Nazım Hikmet'in 1941 yılının yine bir haziran gününde Bursa Hapishanesi'nde yazmaya başladığı, 18000 dizeyle 540 sayfadan ulaşan, içinde 180 civarında karakterin bulunduğu ve edebiyatımızın en hayranlık uyandıran metinlerinden biri olan Memleketimden İnsan Manzaraları'yla yeniden buluşmak ya da tanışmak için güzel bir zaman.


Kitapta bir de sürpriz varmış tamamen unuttuğum: Nazım Hikmet'in Kuvayi Milliye Destanı yeniden çıkıyor karşınıza. Biraz farklı ama belki de böyle çok daha güzel. Üstelik destanda yer alan iki karakteri de getirip tren vagonlarının içine oturtmuş Nazım.

Tekrar okumalı Memleketimden İnsan Manzaraları’nı ya da hemen tanışmalı onunla. Nazım Hikmet’in istediği gibi birbirimizin aynasından memleketin topyekun sosyal manzarasına bakabilmek için okumalı; onun kelimeleriyle söylemek gerekirse “insan dostluğunda şüpheden ve emirden üstün bir an” olabileceğini hatırlamak ve “elektrik ampulü gibi, cereyan alırsa ışık veren insan yüreğini” daha iyi anlamak için okumalı.
Bu da bu yazının bonusu olsun. İyi okumalar!
Memleketimden İnsan Manzaraları - Birinci Kitap
Haydarpaşa garında
1941 baharında
saat on beş.
Merdivenlerin üstünde güneş
yorgunluk
ve telaş.
Bir adam
merdivenlerde duruyor
bir şeyler düşünerek.
Zayıf.
Korkak.
Burnu sivri ve uzun yanaklarının üstü çopur.
Merdivenlerdeki adam
-Galip Usta-
tuhaf şeyler düşünmekle meşhurdur:
«Kaat helva yesem her gün» diye düşündü
5 yaşında.
«Mektebe gitsem» diye düşündü
10 yaşında.
«Babamın bıçakçı dükkanından
Akşam ezanından önce çıksam» diye düşündü
11 yaşında.
«Sarı iskarpinlerim olsa
kızlar bana baksa»
diye düşündü
15 yaşında.
«Babam neden kapattı dükkanını?
Ve fabrika benzemiyor babamın dükkanına»
diye düşündü
16 yaşında.
«Gündeliğim artar mı?» diye düşündü
20 yaşında.
«Babam ellisinde öldü,
ben de böyle tez mi öleceğim?»
diye düşündü
21 yaşındayken.
«İşsiz kalırsam«diye düşündü
22 yaşında. «İşsiz kalırsam» diye düşündü
23 yaşında. «işsiz kalırsam» diye düşündü
24 yaşında.
Ve zaman zaman işsiz kalarak
«İşsiz kalırsam» diye düşündü
50 yaşına kadar.
51 yaşında «İhtiyarladım.» dedi
«babamdan bir yıl fazla yaşadım.»
Şimdi 52 yaşındadır.
İşsizdir.
Şimdi merdivenlerde durup
kaptırmış kafasını
düşüncelerin en tuhafına:
«Kaç yaşında öleceğim?
Ölürken üzerimde yorgan olacak mı? »
diye düşünüyor
Burnu sivri ve uzun.
Yanaklarının üstü çopur.
28 Mayıs 2015 Perşembe
Gezi ve Kitaplar
Hiçbir yere benzemeyen bu ülkenin yakın tarihindeki en büyük sürprizdi Gezi.
Bir başka sürpriz de kitapların hiç olmadığı kadar göz önünde olmasıydı.
Gezi deyince aklımızda bu fotoğraflar da kaldı...


Gezi'yi anlatan kitaplardan iki favorim:
Müge İplikçi'nin Gezi Parkındaki gençlerle yaptığı söyleşiler "Biz Orada Mutluyduk" (Doğan Kitap).
Gazeteci Gözüyle Direniş: 21 Foto Muhabirinden Gezi Fotoğrafları
(Kırmızı Kedi).
Bir başka sürpriz de kitapların hiç olmadığı kadar göz önünde olmasıydı.
Gezi deyince aklımızda bu fotoğraflar da kaldı...


Gezi'yi anlatan kitaplardan iki favorim:
Müge İplikçi'nin Gezi Parkındaki gençlerle yaptığı söyleşiler "Biz Orada Mutluyduk" (Doğan Kitap).
Gazeteci Gözüyle Direniş: 21 Foto Muhabirinden Gezi Fotoğrafları
(Kırmızı Kedi).
20 Mayıs 2015 Çarşamba
2015 Man Booker Ödülü Laszlo Krasznahorkai'nin



Dere bulup oturmak bu devirde bizim memlekette biraz zor olduğu için bence yayımlanmış iki kitabıyla başlayabiliriz keşfetmeye. İyi okumalar.
18 Mayıs 2015 Pazartesi
Julian Barnes: Yeniden ve Daima

O benim için çağdaş edebiyatın en güçlü kalemlerinden biri. Kelimeleri çok özenle seçiyor, çok güzel bir araya getiriyor, çok güzel anlatıyor... Hiçbir şey fazla değil gibi onun yazılarında, her şey olması gerektiği kadar. Böylece, hikayenin duygusu da farketmeden içinize işleyiveriyor. Denemelerinin tadı ise bambaşka, samimi, komik, ufuk açıcı... Sanki karşınızda saatlerce konuşsa, ne anlatırsa anlatsın hep dinleyebileceğiniz biri gibi.

Daha önce pek çok kitabında ünlü ressamların tablolarına değinmiş olsa da Barnes ilk kez resim sanatı üzerine böylesine kapsamlı bir çalışma sunuyor bize ve kendi deyimiyle "50 yıldır resme bakan bir meraklının biriktirdiklerini" paylaşıyor.
![]() |
Gustave Moreau Müzesi - Paris |
BBC'deki röportajında çocukluğunda görsel sanatlara özel bir ilgisi olmadığını, ara sıra zorla ailesiyle resim galerilerine gittiğini anlatan Barnes'ın hayatı Paris'te öğrencilik yıllarında tesadüfen uğradığı Fransız sembolist ressam Gustave Moreau'nun müzesinde değişmiş. Orada başına geleni öyle samimi anlatıyor ki siz de sanki onun yaşadığı "aydınlanmayı" hissediyorsunuz. "Daha önce hiç Moreau resmi görmemiştim ve onun hakkında hiçbir şey bilmiyordum" diyor Barnes, "Resimlerinden ne anlam çıkarmam gerektiğinden de emin değildim. Belki de bu gizem çekti beni, ya da Moreau'ya hayran oldum çünkü kimse olmamı söylememişti. Ama ilk kez bilinçli olarak resimlere bakmaya başlamam kesinlikle burada oldu."
Kitap, genç bir insanın sadece ve sessizce resimlere bakarak büyümesinin hikayesi gibi: "Braque'ın dediği gibi, ideal durum bir resmin önünde hiçbir şey söylemeden durmamızdır" diyor Barnes. "Oysa biz bunu gerçekleştirmekten çok uzağız. Olayları anlatmayı seven, düşünceleri olan, tartışan uslanmaz birer sözel yaratığız." Bir resmin önünde yarım saat, bir saat sessizce oturabildiğini anlatan Barnes, resimlerle ilgili hiçbir yazıyı da okumuyormuş, sadece kendisine hissettirdiklerini düşünüyormuş...
Kitapta resim sanatında ismini duyduğunuz herkes ve daha fazlası var: Barnes bazen etkilendiği bir resmi anlatırken edebiyata uzanıyor, bazen ressam - doğa ilişkisini irdeliyor, iç mekan ve dış mekan ressamlarını tatlı tatlı anlatıyor, bazen de isimsiz tablolar üzerine, benim şimdiye kadar hiç aklıma bile gelmeyen yorumlarda bulunuyor. Okudukça siz de Cezanne'ın elmalarının sadece elma olmadığını, Virgina Woolf'un dediği gibi "baktıkça ağırlaştığını" ya da Manet'nin barında keşfedecek ne çok şey gizlendiğini anlayıveriyorsunuz.
![]() |
Paul Cezanne - Natürmort, Yedi Elma |
![]() |
Edouard Manet - Folies-Bergere'de Bir Bar |
Aceleye getirilmeden, sindire sindire okunacak bir kitap bu. İnşallah diğer kitapları gibi en kısa sürede Türkçe'ye de çevrilir.
13 Mayıs 2015 Çarşamba
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)